BİR PLAKÇININ ANILARI
İster koleksiyoner olun, ister plak satıcısı. Eminim bu keyifli ve bir o kadar da meşakkatli süreçte bir anı kalır aklınızda… Mesela, bu anı plağın kendisiyle de ilgili olabilir, arama süreciyle ya da aldığınız an itibariyle yaşadıklarınızın bir özeti şeklinde… Hem mütevazı bir plak koleksiyonuna sahip ve hem de satıcı kimliğe sahip biri olarak geçen yıllar itibariyle bazen komik bazen de hüzünlü hikayeler biriktirdim.
Gelin, bu hikayelere bir de plakçı tarafından bakalım ve başıma gelen birkaç hikayeyi sizlere anlatayım. Bu yazıda değerli müşterilerim için plak ararken başıma gelen olayları ve unutamadığım bazı anıları kısa kısa sizlerle paylaşmak istedim.
Aşağıda anlatacaklarım plağa ilgi duymayan herhangi biri için hiçbir şey ifade etmeyecek, bunu biliyorum ama sizlerin kendinden bir şeyler bulacağına dair kuşkum yok. Umarım beğenirsiniz.
TESADÜFÜN İĞNE DELİĞİ…
Sanırım 2014 yılıydı. Eylül Ayı’nda çalışma arkadaşım Selim’le birlikte Almanya’nın Düsseldorf Şehri’nde mini bir plak fuarındayız. Saat 11:00 de kapılar açılır açılmaz bildiğin hücum ediyoruz stantlara. Selim sol cenaptan, ben sağ cenaptan plakların tozunu attırıyoruz. İlk önce gözümüze kestirdiğimz plakları seçip kenara ayırıyoruz. Bütün seçim bittikten sonra kapak ve plak kondüsyonlarına bakıyor ve beklentiyi karşılamayanları yerine koyuyoruz. Bu sistem her zaman iyidir. Çünkü rakip alıcılara güzel plakları kaptırmadan zamana karşı daha verimli yarışmış oluyoruz.
Neyse saat 13:00 -14:00 arası bir mola verdik ve kaldığımız yerden plakları kazımaya devam ettik. Kısa bir süre sonra Selim’in –“Salih Abi bak ne buldum”- diye seslendiğini duydum. Selim’in elinde tuttuğu plağı görünce önce bir heyecan aldı, daha sonra suratımda hain bir gülümseme. Selim’in elinde Carlos Santana’nın piyasaya sürülen ve 13 Grammy ödüllü “SUPERNATURAL” çiftli plağının orijinali duruyordu. Koşarak yanına gittim. Plağı şöyle bir inceledik. İki plakta da en ufak çizik yoktu, plaklar parlıyordu resmen. İç zarfları, kapak endamı yerli yerindeydi. Satıcı fiyatına 150 Euro dedi. Al tekke ver külah ancak 120 Euro’ya alabildik plağı. Bazen satıcı için o plağı bulundurmanın prestiji kârından daha önemlidir. Yani her plaktan kar edilmez. O gün birkaç yüz plakla alımımızı sonlandırdık. Otele dönüp bir sonraki günün sabahı İstanbul’a döndük. Plakları dükkanda tek tek tasnif ederken “Supernatural” ı dinlememek olmazdı. Bir arkadaşımız plağı platoya koydu. Keyfimize diyecek yoktu. Birinci plak bitti. İkincisini pikaba koyduğumuzda. O da ne? Şarkılar bir önceki plakla aynıydı. Plaklara dikkatli bakınca anladık ki her iki plakta albümün C/D yüzüydü. Bilerek veya bilmeyerek iyi kazık yemiştik. Her yeri kontrol edip plakların etiketlerine bakmayı es geçmiştik. Tamamen heyecanımıza bağlıyorum. Üzüldük tabii. Santana’nın albümünü arka raflara bir yere kaldırdık.
2017 yılıydı. Hollanda’nın Utrecht Şehri’nde düzenlenen büyük plak fuarındayız. Bu sefer bütün ekip tam takım oradayız. Hem kendi standımızda satış yapıyor hem de büyük hollerde stantlara dalıp plak eşeliyoruz. Fuarın 2. Gününde bir Alman satıcının standına göz atarken evet yine ☺ Supernatural albümün gördüm tamda 3 sene sonra. Satıcı plağı 60 Euro olarak etiketlemişti. O’na plağı neden bu kadar uygun fiyatladığını sordum almak istediğim cevabı bekledim aslında. O da dürüstçe içindeki 2 plağın aynı olduğunu ve bu plak özelinde sanırım bir paketleme hatası olduğunu bu yüzden uygun fiyata sattığını belirtti. Kendisine 3 sene önce başımızdan geçen olayı anlattım. Şansım varsa bu plağı alarak vuslata erecektim. Satıcı plağı bana liste fiyatından ucuza verdi. Plağı aldım, arkamı döndüm tek tek göbeklerine baktım. Sonra çılgınca “-İşte buuuu”- nidalarıyla standımın başına döndüm. Niyahet Santana- Supernatural albümünün A/B yüzlerine hem de tertemiz eşlerine kavuşmuştuk. İstanbul’a dönünce ilk işim 2 albümü birleştirmek oldu. Dile kolay 3 sene sonra nadirce bir plağın diğer eşini bulmuş ve albümü tamamlamıştım. Hatta ikilemiştim albümleri…Buna tesadüfün iğne deliği demezler de ne derler…
SEYYAN HANIM – ÖZLEYİŞ /SUNA…
2012 yılı başlarıydı. Daha mekanı açalı bir yıl olmuştu. Hem dükkandan hem de web sitesinden satış yapıyordum. O günlerde Suadiye’de bir evden Luxor marka elektrikli bir gramofon, gramofonun monte edildiği ahşap bir konsol ve gramofonun ses kaynağı olan 1937 model Philips Marka lambalı radyo aldım. Radyonun yılından net emindim. Çünkü 1937 de satıldığına dair ruhsatnamesi ve her yıl düzenli ödenmiş damga pulları da ruhsatın üzerindeydi. Bunlar bütün ihtişamıyla hala dururlar ofisimde. Tabi bunlarla da kalmadım beraberinde 60-70 kadar taş plak aldım. Taş plakların hepsi günümüze değin kağıt kapları üzerinde özenle saklanmıştı. İlk iş olarak plakların bir kısmını web sitesine yükledim. Hepsi çok özel taş plaklardı. Türk musikisinin en seçkin örneklerinin olduğu plakların arasında SEYYAN HANIM’ın “ÖZLEYİŞ” (Sevdim Bir Genç Kadını) ve “SUNA” şarkılarının bulunduğu nadirce bir tango taş plağı vardı. Onu son kez dinledim ve satışa koydum. 2-3 gün içerisinde İzmir’den bir müşteri plağı almıştı. Sabah sistemde siparişi görür görmez paketlemeye başladım. Taş plak paketlemek ayrı bir zanaat. Bilen bilir.
Seyyan Hanım’ın taş plağını kestiğim balon naylonun üzerine koydum. Bu arada işlemi öümde ve yerde yapıyorum. Tam bu esnada dükkanın kapısında biri belirdi. “-Vayy Salihim…-“ Kafamı kaldırdım. Yıllardır görmediğim dostum karşımdaydı. Onu hasretle kucaklama üzere yürüdüğüm an ayaklarımın altından gevrek bir “çıt” sesi duydum. Ceylan gibi sekmek bile beyhude bir çabaydı artık. Taş plak ortadan ikiye ayrılmıştı. Öğlene kadar kendime gelemedim. Yaptığım ihmali düşünmekten sinir oldum. Kendime gelince alıcıyı aradım ve durumu bütün detayıyla izah etmeye çalıştım. Bana inanmamıştı. Bu plağı başka bir müşteriye satmış olabileceğimi ve yalan söylediğimi belirtti. Böyle yargısız infazcılarda var… Kendisine çektiğim fotoğrafları gönderdim ve tekrar aradım. Plağın kırıldığına inandığını ama yerine başka plak kabul etmeyeceğini illaki bu plağı istediğini söyledi. Umutsuzca çevremde taş plak satan arkadaşları aradım ama çabalarım nafileydi. Ha deyince bulunacak bir plak değildi ki… Müşteriyi tekrar aradım ve para iadesi yapmayı önerdim. Müşteri pazarlıkçı çıktı. Son olarak para iade etmeden 5 tane Zeki Müren plağını hediye etmek durumunda kaldım. Yani astarı yüzünden pahalı çıktı. Yine de işletmenin prestiji her zaman ön plandaydı.
Bu olaydan sonra taş plaklarımı dükkandan ofise taşıdım. Müşteriler gelip taş plak sorduklarında ofisten indiriyor ve kutsal kitap tutar gibi tutup, öyle gösteriyordum taş plakları. Anlayacağınız dostlar o travmadan hala kurtulamadım. O gün bugündür Seyyan Hanım ismini duyunca irkiliyorum.
YUNANİSTAN – ACI VATAN…
Bu plak dünyasının içine girince gittiğimiz birçok şehirde, değişik bir çok kişiyle tanışma fırsatı yakaladık. Onlar sayesinde farklı ufuklara ve fırsatlara yelken açtık. Kimi zaman farklı bir ülkede, bir fuarda karşılaştığımız ve hiç tanımadığımız bir adamın evine konuk olduk. Düşünsenize ilk defa gördüğünüz bir adamın evine hem de Onun arabasıyla gidiyorsunuz hırlı mı hırsız mı demeden. Bu da işin heyecanından olsa gerek. Şükürler olsun şimdiye kadar başıma menfi bir durum gelmedi. Taaa ki 2017 yılı Mart Ayı’ndaki Atina seferine kadar. Yunanistan’ı şahsen çok severim. Atina’ya veya Selanik’e gittiğim zaman hiçbir ülke toprağında yaşamadığım özgürlüğü hissederim. Caddelerinde yürürken yurdum semtinde yürürmüşüm gibi olur. Halkın cana yakınlığı, yemek kültürü, müziği, trafiği ve kaosu “hah işte” bunlar da bizden dedirtiyor sizlere.
Tabii Yunanistan’a bolca gitmemizin sebebi sadece bu değil. Yunanistan dünyada plak üretiminin durma noktasına geldiği 1990 lı yılların ortasında dahi plak basan ülke durumundaydı. Hatta 1980 lerin başlarında plak üretim hacmindeki artış yüzünden İngiltere, Almanya ve Hollanda daki fabrikaların satışını etkilemiş, sırf bu yüzden diğer Avrupalı plak üretici lobisi tarafından bir nevi cezalandırılmıştı. Ceza şuydu. Yunanistan’da üretilen mesela bir Iron Maiden albümünün kapağındaki bütün yazılar Latin Alfabesi yerine Yunan Alfabesi olarak yazılacaktı. Neyse ki bu yanlıştan çabuk dönüldü. Avrupa da Yunanistan la ilgili başka bir konu daha var. 1990 larda plak üretimi yapan bazı firmalar üretim fazlalıklarını Yunanistan’a kakalamış olacaklardı ki dünyada 90’larda çıkan ve şimdi en nadir bilinen plakların birçoğunu artık neredeyse Yunanistan sınırları içerisinde bulabiliyorsunuz. Bu kadar öğretici bilgiden sonra hikayemize dönelim.
2017 yılı’nın Mart Ayı ortalarıydı. Atina da düzenlenen gayet nezih bir plak pazarına katılmak üzere mesai arkadaşımla Atina’ya gittik. Bir Perşembe günüydü yanılmıyorsam. Fuar Cuma günü başlayacak ve Pazar akşamı bitecekti. Öğleden sonra Atina’ya vardık ve şehir merkezine giden metroya bindik. Bir süre sonra Monastiraki’ye geldik ve metrodan indik. Monastiraki şehrin en kalabalık istasyonlarından biridir. Bu yüzden herkesin basamak ve yürüyen merdivenlerden çıkıp ortalığın sakinleşmesini bekledim. Elimde 2 bavul ve 1 sırt çantası ile yürüyen merdivenlere bindim. Birkaç saniye geçmeden arkamda bir kadın ve heme sol tarafımda bir adam peydahlandı. Yanımdaki adam bana İngilizce bazı sorular soruyordu. Gayet saf bir şekilde cevaplarken arkamdan bir temas hissettim. Arkamı döndüm. Kadın neredeyse bana yapışmış gibi duruyordu.
Adamla konuşurken yine aynı anda bir adam daha belirdi. İkimizi yararak kelimenin tam anlamıyla kemiklerimi ezerek aramızdan geçti. Aramızdan neden böyle geçtiğine anlam verememiş bir şekilde söylenirken birinci bodrum a çıktık. Bundan sonraki yolu yürüyen merdiven yerine asansörle çıkayım dedim. Asansör çift kapılıydı. Asansöre biner binmez konuştuğum adam, arkamdaki kadın, iri kıyım adam ve sonradan katta neden durup bana anlamsızca baktığını düşündüğüm ilave birkaç adam hep birlikte asansöre bindik. O anda başıma neler geleceğini anladım. Asansörde neler yaşadığımı anlatıp moral bozmak istemem. Zemin kata çıktığım zaman plak fuarı için yanımda getirdiğim 3000 Euro civarı parayı katırmıştım. Neysekşi cüzdanım ve pasaportum başka bir cebimdeydi. Koşa koşa abim bildiğim meslektaşım İosif Angelidis’e gittim. Durumu anlattım. Birlikte kameraların izlendiği teknik merkeze gittik. Polise gidip tutanak tutturmadan ve karakol izni olmadan kameraları gösteremeyeceklerini bildirdiler. Bir sürü bürokratik işten sonra sonuç alamamıştık. İosif’e moralimin çok bozuk olduğunu ve İstanbul’a geri dönmek istediğimi söyledim. İosif beni her zamanki olgunluğu ile sakinleştirdi ve hiçbir yere gitmeyeceğimi, yarın fuara gideceğimi ve ne kadar plak istersem alabileceğimi ve bana kefil olacağını söyledi. Hatta müthiş bir iyilik yapıp fuar gününü beklemeden fuar alanına fuar standlarını kuran bazı satıcılara Perşembe akşamından götürdü beni. Fuar alanına geldiğim zaman daha önceden aşina olduğum yada tanımadığım bütün arkadaşlar bana kardeşmişçesine yaklaştılar. Olanlardan ötürü çok üzgün olduklarını belirtip olayın müsebbibiymiş gibi bir de özür dilediler. Alışverişimi fuar başlamadan, 1 cent ödemeden ve üstüne üstlük hayatımdan aldığım en iyi indirimle tamamladım. Bütün satıcılara 1 ay sonra ödemelerini yapacağıma dair söz vererek ayrıldım.
O gün aldığım plaklar inanın bu meslekte yapmış olduğum en bereketli satışları yaptığım plaklardı. Yaşadığım bir musibet onlarca iyi Yunan’lı meslektaşla tanışmamı ve sonradan dost olmamı sağladı. Beni zor durumumda yalnız bırakmayan ve bu güzel dostlukları kurmama vesile olan Atina’nın en güzel plakçısı TO DISKADIKO- İosif Angelidis’e müteşekkirim. Plak böyle bir şey işte. Salt müzik depolama ve dinleme aracı değil. Uğruna bir çok şey göze alabilirsiniz. Bazılarımız plağın değerinin abartıldığı bir obje olduğunu düşünürler. Varsın düşünsünler…
BELÇİKA – GENT ŞEHRİNDE SIRILSIKLAM BİR PLAKÇI.
Yıllar önce bir plak fuarına katılmak üzere bir kış günü Belçika da Gent Şehri’ne gittim. Plak fuarı bir haftasonu şehir ormanının ortasında bir fakültenin konferans salonunda yapılıyordu. Sabah aydınlıkta oraya bir şekilde ulaştım. Güzel plaklar topladım. Ama hangi ara bu kadar plak aldım hatırlamıyorum. 2 bavul ve bir sırt çantası ful plakla dolmuştu. Bir insanoğlunun fiziksel olarak taşıyacağı kapasitenin çok üstündeydi. Fuar bitmiş herkes dağılmıştı. Dışarı çıktığımda inanılmaz bir yağmur başlamıştı. Bavulları sürdüğüm yol Arnavut kaldırımı dediğimiz cinsten. Bavulları çeksem de gelmiyorlardı artık. Yola çıkamadım çünkü sürtünmeden ve ağırlıktan bavulların tekerlekleri erimişti. O sağanak yağmurun altında çaresizce bir bankta oturdum. O an arkamdan bir ışık belirdi. Tezgahını panelvanına doldurmuş Dortmund lu Alman plakçı “Dirk Heinemen” beni arabasına aldı ve otelime bıraktı. Otele geldiğim zaman plak dostluğunu düşününce hüngür hüngür ağladığımı hatırlarım. O Dortmund lu plakçıyla dost olduk sonradan. En az 12 yıldır müşterisiyim.
Kıssadan hisse…
Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar plakçılar benim ailem ve plak dükkanları da evimdir. Otel odası bile bana bir plak dükkanının verdiği güveni vermezdi. Aslında bu his bana özel bir şey değil. Dünyada bütün plak severlerin başka bir ülke seyahatinde rastladığı plak dükkanı Onun sığındığı bir limandır.
KÖLN DE BİR PLAKÇIDA MAHSUR KALMAK…
Köln de Nunk Records’un muhteşem karakterli gönül adamı sahibi Uve yi ziyaret ettim yine bir gün.
O hafta da Kuzey Ren Westfalia Bölgesinin kostümlü bir karnavalı var. Aylardan yine Şubat tı sanırım. Akşamüstü biraz geç geldim adamın deposuna. Bir iki saat sonra Uve kız arkadaşı ve diğer arkadaşlarıyla karnavala gideceğini ama depoda kalabileceğimi ve plakları ayıracağımı söyledi. Gece gelince de plaklaımı alacak ve otelime dönecektim. Beni üzerime kilitledi. Nasıl olsa kahve makinası, bira dahil her türlü içecek vardı depoda. WC de vardı daha ne olsun. Neyse başta her şey çok güzeldi. Lakin Uve gelmek bilmiyor. Saat gece yarısı 03:00 oldu. Telefona cevap da vermedi. Neden sonra saat 3:30 gibi kapı açıldı. Uve sarhoş. Eve gelmiş uyumuş beni unutmuş. Sabaha karşı oradan plaklarımla ayrıldım ve uykusuz bir şekilde o günün akşamında İstanbul’a geldim.Uve ile dostluğumuz 13 yıldır sürüyor.
Esen Kalınız…
Salih Karagöz